Medeni Usul Hukukunda Davayı Kabul

ÖZET

Davanın tarafları çeşitli nedenler ile davayı kabul etmek isteyebilirler. Bu durumda davalının yapmak istediği işlem davanın kabulüdür. Kabul etmek; davalının talebin sonucuna davalının kısmi veya tam rızası anlamına gelir. Davayı kabul ile davalı, davanın gerekçesini kısmen veya tamamen kabul etmiş olurlar ve davayı kabul yazılı ya da sözlü şekilde yapılması mümkündür. Duruşma tutanağı girilerek sözlü kabul yapılmaktadır. Bu halde davalının kabulüne yönelik beyanı okunur ve imza altına alınır. Bununla birlikte yazılı kabul de mümkündür. Davalı tarafından duruşma sırasında mahkemeye dilekçe verilmesi mümkündür.

Kabul, karşı tarafın veya mahkemenin kabulüne bağlı değildir. Belirtmeliyiz ki kabulden çekilmek mümkün değildir. Kısmi kabulün olması halinde, kabul edilen kısım dilekçede veya ilgili raporda açık bir şekilde gösterilir. Belirtmek gerekir ki kabul şartlı değildir. Kabul beyanının koşulsuz olması gerekir. Kabul, nihai bir karar ile sonuçlandırılması gerekir. Kabulün iptali, sadece usulsüzlük iddiası ile talep edilebilir. Hüküm kesinleşinceye kadar herhangi bir aşamada kabulün yapılması mümkündür. Kabul, sadece tarafların bunları serbest şekilde elden çıkarabileceği hallerde mümkündür. Davanın kabulü halinde tekrar dava açılması mümkün değildir. Çünkü kabul, maddi açıdan kesin bir yargıya yol açar. Bu nedenle kabulüne göre kabulüne karar verilen uyuşmazlık taraflarca yeni bir dava konusu olamaz, aksi takdirde nihai hüküm nedeniyle dava reddedilir. Çalışmamızda medeni usul hukukunda davanın kabulü esaslarına değindik. 

Anahtar Kelimeler: Davanın Kabulü, Kabul, Medeni Usul Hukuku.

 

ABSTRACT

The parties to the case may not want to accept the case for various reasons. In this case, the action the plaintiff wants to do is the admission of the case. To accept; means the partial or complete consent of the defendant to the outcome of the claimant’s request. With the acceptance, the defendant accepts the justification of the case in whole or in part. Acceptance can be made in writing or orally. Verbal admission is made by entering the hearing report. In this case, the statement of the plaintiff is read and signed. However, written acceptance is also possible. It is possible for the defendant to submit a petition to the court during the hearing.

Acceptance does not depend on the acceptance of the other party or the court. We must state that it is not possible to withdraw from admission. In case of partial acceptance, the accepted part is clearly indicated in the petition or in the relevant report. It should be noted that admission is not conditional. The declaration of acceptance must be unconditional. Admission must be finalized by a final decision. Cancellation of acceptance can only be requested with the claim of irregularity. Acceptance is possible at any stage until the verdict is finalized. Acceptance is only possible where the parties can dispose of them freely. If the case is accepted, it is not possible to file a lawsuit again. Because acceptance leads to a financially definitive judgment. For this reason, the dispute that has been decided to be accepted cannot be the subject of a new lawsuit by the parties, otherwise the case is rejected due to the final judgment. In our study, we touched on the principles of acceptance of the case in civil procedure law.

Keywords: Acceptance of the Case, Admission, Civil Procedure Law.

 

GİRİŞ

Özel hukuk, taraflara haklarını kullanma yetkisi verir. Taraflara özel hukukla tanınan tasarruf yetkisi, taraflar arasındaki uyuşmazlığın mahkemeler aracılığı ile çözümlenmesi sürecinde de devam eder. Kanunda açıkça belirtilen istisnalar dışında davacı dava açıp açmamakta serbesttir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda belirtildiği üzere, davacı dilerse hâkim veya başka bir kişinin müdahalesi olmadan davasını açabilir; dilerse de davasından da feragat edebilir. Ayrıca hiç kimse davasının sonuna kadar davasını devam ettirmeye zorlanamaz. Tarafların davaya el koyma yetkisinin bir sonucu olarak davacı davadan vazgeçebilir ve davalı davayı kabul edebilir veya davalı ve davacı karşılıklı fedakarlık yaparak davayı çözebilirler.

Tasarruf ilkesinin bir gereği olarak, yasal işlemlerde genellikle tarafların iradesine öncelik verilir. Davayı sonlandıran taraf işlemlerinin varlığı durumunda, davayı kendisinin sonlandıran tarafın iradesidir; başka bir eylem gerekmez. Davanın kabulü, mahkemeye tek taraflı irade beyanı ile talep sonucunun kısmen veya tamamen kabul edilmesidir. Davalı, davacının iddia sonucunun bir kısmının yanı sıra tam olarak da kabul edebilir. Davalı, davacının talebine tam muvafakat verirse, tam kabul anılır ve bu kabulle dava sona erer. Davalı, davacının talebinin sonucuna kısmen rıza göstermişse, kısmi kabul belirtilir ve sadece kabul edilen kısım için dava sona erer. Kabul beyanı kapsamı dışında kalan kısım için dava devam etmektedir. Davanın kabul edildiği yere bağlı olarak, mahkeme içinde kabul ve mahkeme dışı kabul olarak ikili bir ayrıma tabi tutulabilir. Mahkeme içi kabul davayı bitirirken; Mahkeme dışı bir işlemin kabul edilmesinin bu bağlamda bir etkisi yoktur. 

  • DAVAYI KABULÜN TANIMI, AMACI, ŞARTLARI VE BENZER KAVRAMLARLA KARŞILAŞTIRILMASI
  • Davayı Kabulün Tanımı ve Amacı

Görülen bir davada davanın davalısı tarafından talep sonucuna kısmen ya da rıza göstermesi davayı kabul olarak tanımlanır. Tasarruf ilkesi medeni usul hukukunda genel olarak geçerlidir. Bu ilke uyarınca davanın taraflarınca kamu düzenine yönelik olmayan davalarda davanın konusuna ilişkin serbest şekilde tasarrufta bulunma yetkisine haizdirler. Taraflarca davanın konusuna ilişkin tasarruf yetkisinin davanın başında kullanma yetkileri bulunmasının yanı sıra davanın devamında kullanmaları da mümkündür. Bu bağlamda açılan davada davacının kendi dava dilekçelerinde talep sonucu kısmından kısmen ya da tamamiyle vazgeçmesiyle birlikte davalının da davacının dava dilekçesinde talep sonucunun kısmen ya da tamamiyle rıza göstermesi ile birlikte davalı tarafından davaya ilişkin tasarruf yetkisi kullanılmış olur.

Davayı kabulün esas amacı hükme gerek olmaksızın davanın sona ermesini sağlar. Sözü edilen kurumun bu boyutuyla birlikte hukukumuzdaki kaynağı tasarruf yetkisinden kaynaklanır. Doğru ve gerçek hukuki koruma yalnızca doğru karar vermekle değil aynı zamanda da söz konusu hakkın mümkün olduğunda çabuk gerçekleştirilmesi ve icra edilmesini de gerektirir. Bu yönüyle usul ekonomisi ilkesinin yargılamanın amacına uygun şekilde hareket etmesi beklenir. Ayrıca tarafların dava üzerindeki tasarrufta bulunma yetkilerinin sonucu olarak devletin uyuşmazlığın taraflarının haklarını almaları bakımından mahkemeye başvurmaları zorlanamaz. Mahkemelerce tarafların istemleriyle bağlıdır. İhlal edilen hak ve korunması gerekli menfaat taraflara aittir. Hareket geçen taraflarca uyuşmazlığa yön verme hakları bulunmaktadır.

Tasarruf ilkesi uyarınca davalının davayı kabul etmesi mümkündür. Davalının davayı kabul beyanıyla dava sonlanır. Hakimin bu kısımdan sonra yalnızca yargılama giderleriyle ilgili karar verir. Davanın esastan incelenmesi sona erer ve bu aşamada dava sonlanır. Bu anlamda davayı kabulün amacı, taraflar üzerinde tasarruf yetkilerinin olduğu davalarda davanın ivedilikle sonlandırılarak gereksiz zaman ve masrafın kaybolmasının önüne geçilmek istenmesidir

  • Davayı Kabulün Şartları

Davayı kabulden bahsedilebilmesi için dört şartın gerçekleşmesi gereklidir. Davalı tarafından mahkemeye yöneltilen tek taraflı ve varması gereken irade beyanın olması şartı aranır. Davayı kabulden söz edilmesi için bu durumun varlığı aranır. İrade beyanın kendisinden beklenilen hüküm ve sonuçları meydana getirebilmesi için mahkemenin ya da davacı tarafından kabul edilmesi ile bağlı değildir. Bu yönüyle davanın kabul beyanının davadan feragat ile benzerlikler göstermesi ile birlikte mahkemede yapılan sulhten de bu yönü ile farklıdır. Çünkü mahkemede yapılan sulh sözleşme niteliğindedir. Mahkeme huzurunda sulh sözleşmesinin yapılması için taraflarca karşılıklı ve birbirlerine uygun irade beyanına gerek duyulur. Sulhun gerçekleşmesi için taraflarca karşılıklı şekilde fedakarlıkta bulunulması gerekir.

Davalı tarafından mahkeme yapılan kabul beyanı Türk Borçlar Kanunu kapsamında bir kabul de değildir. Nitekim böyle bir durumdan bahsedilebilmesi için önceden yapılan sulhten bahsedilmesi gerekir. Bu bağlamda mahkemede yapılan kabulün muhatabının mahkeme olduğu söylenebilir. Çünkü icapta, icap iradesinin muhatabına yönelten kimsenin bu irade açıklaması ile beklediği sonucun elde edilmesi, kendi icabna içerik bakımından uygun muhatap ile gerçekleştirerek irade beyanının varlığına bağlıdır. Oysaki mahkemede yapılan kabulün kendisinden beklenen sonucu ortaya koyması halinde mahkemeye karşı kanunun aradığı şartlarda ve şekilde beyan edilmesi gereklidir. Mahkemede yapılan kabulün kendisinden beklenen sonucu meydana getirmesi, mahkemenin onamına ya da davacının rızasına bağlı değildir.

Kabulün kayıtsız-şartsız ve kesin bir irade ile yapılması gereklidir. Çünkü şarta bağlı belgenin icrası mümkün olmayabilir veya birtakım sorunların ortaya çıkması muhtemeldir. Davayı kabulün asıl işlevi mahkemece verilen hükme gerek olmadan davanın sona ermesini sağlar. Davanın kabulünün şarta bağlanması kabul edilmekle birlikte davanın sona erip ermediği bakımından belirsizlik olabilir. Bu halde hukuki güvenlik ve istikrar ortadan kalkabilir. Bununla birlikte davanın sona ermesi işleminde yargılamanın tamamı yabancı ve gerçekleştiği şüpheli olan olguya bağlanması da söz konusu olamaz.

Davalının davayı şartlı şekilde kabul etmesi halinde bu işlem yapılmamış sayılmaz. Bu beyanla birlikte davalı tarafça yapılan sulh teklifi söz konusu olur. Davalının şartlı davayı kabul etmesinde davacının da olumlu şekilde cevap vermesi halinde de dava sonlanır. Fakat bu halde davanın sona ermesi halinde davanın kabul edilmesi değil, taraflar arasında sulh sözleşmesinden bahsedilir. Davacının davalının şarta bağlı kabulüne olumlu şekilde cevap vermesi halinde bu halde teknik olarak davanın kabulü olmaması nedeniyle mahkemenin şartlı şekilde yaptığı kabulü dikkate almadan yargılamaya aynı şekilde devam eder

Davalının irade beyanının davacının talebi sonucunda konu alması gerekir. Taraflardan birinin diğerinin talebinin sonucuna rıza göstermesi, davayı kabuldür. Bu durumda davalının kabul beyanının tamamiyle ya da kısmen davacının dava dilekçesinde gösterdiği talebin sonucunu konu almaktadır. Diğer bir ifadeyle davalının, davacının talep sonucunu tamamiyle rıza göstermesi mümkün olmakla birlikte bir kısmına da rıza göstermesi mümkündür. Davacının talep sonucunu kabul eden davalının bu kabul beyanıyla davacının iddia ettiği hakkın veya hukuki ilişkinin varlığını ya da yokluğunu kabul etmiş sayılır. Bu durumun sonucunda da davacı tarafından varlığı iddia edilen hakkın veya hukuki ilişkinin varlığı ya da yokluğu da kesin şekilde tespiti sağlanır

Davayı kabulün ilişkinin olduğu davaya ilişkin tarafların tasarruf yetkisinin olması gerekir. Çünkü tasarruf yetkisine bağlı olarak açılan davalara ilişkin tarafların bu davadan feragat etmesi veya kabul etmesinden bahsedilir. Bu halde kamu düzenini ilgilendiren davalının davayı kabul etmesi durumunda davayı kabulden beklenen hukuki sonuç ortaya çıkmaz

  • Benzer Kavramlarla Karşılaştırılması 

Benzer kavramlardan bir tanesi de mahkeme içi ikrarlar ile karşılaştırmadır. Davayı kabul ile benzerlikler gösteren mahkeme içi ikrarın görülen davanın taraflarından birinin ya da vekilinin karşı tarafça ileri sürülmüş ve aleyhe hukuki sonuç doğurma niteliğindeki maddi vakıanın doğruluğunu beyan etmesidir. Mahkeme içi ikrarla davayı kabul arasındaki farklılık, davayı kabul yalnızca davalı tarafından yapılmakla birlikte ikrar, davanın her iki tarafınca yapılması mümkündür. Bunun yanı sıra davayı kabulün konusunu davacının talep sonucu oluşturmakla birlikte mahkeme içi ikrarda çekişmeli vakıalardan bahsedilir. Bir vakıanın ikrara konu olabilmesi için ikrarda bulunanın aleyhine ileri sürülmelidir. Aleyhine vakıa ileri sürülen tarafın mahkeme huzurunda o vakıanın doğruluğunu beyan etmesiyle ikrara konu olan vakıanın çekişmeli olmaktan çıkması söz konusu olur ve o vakıanın ispatına gerek kalmaz.

Davanın kabulü ile birlikte kabulün konusunun davacının talep sonucu oluşturmasının yanı sıra mahkeme içi ikrarda çekişmeli vakıalar söz konusu olur. Bir vakıanın ikrara konu teşkil etmesi için ikrarda bulunanın aleyhine ileri sürülmelidir. Aleyhine vakıa ileri sürülen kimsenin mahkemede vakıanın doğruluğunu beyan etmesiyle birlikte ikrara konu olan vakıanın çekişmeli olmaktan çıktığı söylenebilir. Bu durumda o vakıanın ispatına gerek kalmaz. Davayı kabulde, kabulün kapsamı bakımından kısmen ya da tamamen son bulur.

 Mahkeme içi ikrardan bahsedilmesi için ikrarda bulunan kimseye özel ikrar iradesinin varlığı aranmaz. İkrar eden tarafça ikrar kastıyla hareket edilmemiş ya da ikrarın farkında olmasa da yapılan ikrarın usul hukuku açısından sonuçlarının ortaya çıktığı söylenebilir. Davanın kabulünün açık ve kesin olması gerekmektedir. Davalının davayı kabul kastıyla hareket etmemişse davayı kabulün kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları ortaya çıkarmaz. Bu nedenle zımni şekilde davayı kabul söz konusu değildir. Ayrıca davalı vekilince bir vakıanın ikrar edilmesi için özel yetkinin olması gerekmez. Davalı vekilinin davayı kabul edebilmesi için özel yetkinin olması gereklidir.

Davayı kabulü ibrayla karşılaştırdığımızda davanın kabulüne benzerlik arz eder. Tarafların arasındaki borç ilişkisinde kısmen ya da tamamen sonlandırarak borçlunun borcundan kurtulması amacıyla yaptığı sözleşmedir. Bu yönüyle ibra borcunun nedenleri arasında bulunur. İbra, sözleşme niteliğinde olması nedeniyle ibranın davayı kabulden daha çok mahkeme içi sulhe benzediğini söylemek mümkündür. Davayı kabulde mahkemeye varması gereken tek taraflı irade beyanıyla yapılır. Hüküm ve sonuçlarını doğurması bakımından mahkeme ya da davacının kabul edilmesine gerek bulunmamaktadır. Bu bakımdan davanın kabulünün sözleşme olarak değerlendirilmesi söz konusu olamaz. Davanın kabul beyanının herhangi bir şüpheye mahal vermeyecek şekilde açık ve net olması gerekmektedir. İbra borcu sonlanırken davanın kabulü davayı sonlandırır, her ikisinin de doğurduğu hüküm ve sonuçları birbirinden farklıdır.

Davayı kabulün davadan feragatle kıyaslanmasında ise davadan feragatin davayı sonlandırdığı söylenebilir. Ancak feragat davacı tarafından yapılırken tasarruf ilkesinin tam olarak uygulanmadığı hallerde davasından feragat edebilir. Davalının davayı kabul beyanında yalnızca tasarruf ilkesinin tam şekilde uygulandığı davalarda kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurmaktadır. Bu bakımından tarafların dava üzerindeki tasarruf yetkisinin olmadığı davalarda davayı kabul ile dava sonlanmaz.

Davayı kabul ile mahkemede sulh olunması durumunda davayı kabulde yakından ilişkisi vardır. Sulh ile birlikte davayı kabul ve davadan feragat gibi davaya son veren taraf işlemlerinden bahsedilir. Fakat mahkeme içinde sulh diğer davaya son veren taraf işleminden farklı şekilde düzenlenen kurum değildir. Kabul şarta bağlı olarak yapılmamakla birlikte hüküm ve sonuçlarını ortaya koyması bakımından mahkemenin rızasına da gerek yoktur

  • DAVAYI KABULÜN YAPILMASI, ŞEKLİ, ZAMANI VE DAVAYI KABULDEN RÜCU EDİLMEMESİ
  • Genel Olarak

Davayı kabul, tarafların birinin talep sonucuna rıza göstermesi halidir. Kanun tarafından davanın kabul edecek kimsenin her ne kadar iki taraftan birisi de dense davalı olarak algılamak gerekir. Çünkü niteliği bakımından davayı kabul sadece davalı tarafından yapılabilir. Dava yalnızca davalı tarafından kabul edilebilirken görülen dava ehliyetine sahip olunması gerekir. Dava yalnızca davalı tarafından kabulü söz konusu iken görülen davanın davalısının davacıya karşı dava açması halinde ilk davanın davacısının da karşılık davayı kabul etmesi söz konusu olacaktır. Bu durumda karşılık davada taraflardan birinin diğerinin davasını kabul etmesi halinde bu yalnızca kabul olunan davayı etkilemektedir. Diğer davanın, davalının kabul beyanından etkilenmesi söz konusu değildir, söz konusu davaya devam edilmektedir.

  • Kanuni Temsilcinin Davayı Kabulü

Kanuni temsilcilerin davayı kabul etmesi mümkündür. Kanuni temsilcileri değerlendirirken ilk olarak sınırlı ehliyetlilerden söz etmek gerekir. Sınırlı ehliyetlerde davanın kabul yetkisi bakımından irdeleme yapılırken kendilerince kanuni danışman tayin edilenlerin davayı kabul edip etmeyeceklerini belirlemek amacıyla ilk olarak onların dava ehliyetinin olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Kendisine kanuni temsilci atanan bir kimseye malvarlığına yönelik davanın açılması halinde burada kanuni temsilcinin türüne bakılması gerekir. Bu bağlamda kanuni temsilcinin sınırlı ehliyetli kimseye adına dava açması mümkün olmamakla birlikte aleyhine açılan davayı da kanuni temsilci sıfatı ile takip etmesi mümkün değildir.

Sınırlı ehliyetsizler bakımından davanın kabulünün yapılması değerlendirildiğinde ise ilke olarak dava ehliyetleri bulunmamaktadır. Sınırlı ehliyetsizler adına davayı kanuni temsilcileri açar ve onlar adına açılan davalarda kanuni temsilcileri onlar adına işlem yapar. Velayet altındaki küçüğün aleyhine açılan davanın kabulü halinde velayeti anne ve baba birlikte kullanması nedeniyle davada da birlikte kabul zorunluluğu vardır. Sınırlı ehliyetsizlerin davayı kabul bakımından sınırlı ehliyetsizin kimseden izin almadan tek başına yaptığı hukuki işlemler açısından durum farklıdır.

Sınırlı ehliyetsizlerin tek başlarına yapmaları mümkün olan hukuki işlemlerden karşılıksız kazanımlarına ilişkin davalarda sınırlı ehliyetli kimsenin davayı tek başına kabul etmesi söz konusu olamaz. Bu işlemler bakımından sınırlı ehliyetsiz olması halinde tanınan yetkinin yalnızca bu tür kazanımların iktisabıyla sınırlıdır. Sınırlı ehliyetsizler, haksız fiillerinden sorumlu olmalarına karşın haksız fiillere ilişkin kendilerine karşı açılmış davalar bakımından dava ehliyetleri bulunmamaktadır. Söz konusu fiilleri nedeniyle aranılan şartların yalnızca kanuni temsilcileri tarafından kabul edilmesi söz konusu olabilir

Tam ehliyetsizler bakımından açılan davanın kabulünün yapılması sınırlı ehliyetsizlere göre daha farklıdır. Tam ehliyetsiz kişilerin temyiz kudretleri olmaması nedeniyle fiil ehliyetleri de yoktur. Bu sebeple dava ehliyetleri de bulunmamaktadır. Bu sebeple bu kimselere karşı açılan her türlü davalarda bu kimseleri kanuni temsilcileri temsil eder. Dava kabul edilecekse bu davayı yasal temsilcisi takip eder.  

  • Vekilin Davayı Kabulü

Davanın ikamesinde ehil olan kişilerin davasını doğrudan kendileri açıp takip edebileceği gibi atayacakları vekil ile takip etmeleri de mümkündür. Vekil tayin edilen kimsenin vekaletnamesinde ayrıca belirtilmese de vekilin hangi işlemleri yapabileceği, vekalet kapsamını belirlemektedir. Vekaletin kanuni kapsamının ne olacağının da bu hususta belirlenmesi gereklidir. Bu anlamda müvekkil adına ciddi ve ağır sonuçlar doğuracak işlemler için vekile ayrıca yetki verilmesi gerekmektedir. Vekile özel yetki verilmesi gereken hallerin genel olarak diğer özel kanunlarda gösterilmiştir. Nitekim vekaletnamede özel yetki olmaksızın vekilin davayı kabul edemeyeceği kuralının davanın kısmı kabulü halinde geçerlidir.

Davanın asil sahibi davalı olması nedeniyle davalının kendisi de vekile davayı kabul bakımından özel yetki verilse de davayı her zaman kabul edebilir ya da özel şekilde yetkilendirmesine karşın davayı kabul etmemesi vekilden talep edilebilir. Müvekkilin isteği dürüstlük kuralına uygun olması halinde vekilin bu duruma uygun hareket etmesi beklenir. Fakat vekilin yaptığı kabul, davalıyı da bağlaması nedeniyle davalının vekilin davayı kabul etmesinin ardından davayı kabulden dönmesi söz konusu değildir.

İkrarla davayı kabul arasındaki farklardan biri de ikrar için özel yetkinin aranmamasıdır. Fakat davanın konusu tek vakıadan oluşuyorsa ya da davalı vekilinin dava konusu vakıanın tamamını ikrar etmesi de söz konusu olabilir. Vekilin davayı kabul etmesi durumunda vekilin vekaletnamesinde davayı kabul yetkisinin olması halinde vekilin, vekaletin kullanılmasını alt vekalet verme yoluyla devretmesi halinde alt vekilin davayı kabul etmesi durumunda alt vekalet ile birlikte davayı kabul yetkisi de devredilmesine bağlıdır.

Vekile davayı kabul yetkisinin verilmesi halinde söz konusu yetkinin icra takipleri bakımından da geçerlidir. Örneğin, vekaletnamede davayı kabul için yetkisi olan davalının vekili bu yetkiye dayanılarak vekil aleyhine yapılmış olan icra takibini kabul edebilir. Bu durum icra takipleri açısından da geçerli olmakla birlikte bu durumun her alanda etkili olabilmesi için özel yetkinin varlığı aranır. Tüzel kişilerin davayı kabul etmesi bakımından fiil ehliyetleri kanunda aranan şartlar zorunlu organlara sahip olmalarıyla başlar. Hükmün şahısların iradeleriyse organları aracılığıyla kullanılır. Tüzel kişileri onların adına temsil yetkisine sahip organlarının tüzel kişiye karşı açılan davalarda davayı kabule yetkili olup olmamaları bakımından sözleşmelerinde yer alır. Belirtilmediği halinde dava konusunda uyuşmazlıkta tüzel kişilerin alenen işlerinden olması halinde tüzel kişilerin temsile yetkili organının da onun adına davayı kabul edebilmesi söz konusudur

  • Özel Bazı Durumlarda Davayı Kabul 

Özel bazı hallerde davanın kabulü bakımından değerlendirilmesi gereken ilk husus davayı müdahale bakımındandır. Asli müdahalenin olması halinde davanın kabulü bakımından hukuki uyuşmazlığın olduğu veya çekişmesiz yargı işlemlerinde yargılama konusu şey ya da hakka ilişkin yargılamanın tarafları ya da ilgilileriyle hukuki yararı çatışan üçüncü bir kimsenin ilk davanın taraflarına karşı açtığı davayla gerçekleşmektedir. Açılan ikinci davanın davacısında asli müdahil, davalınınsa ilk davanın davacısı ve davalısıdır. Bu halde aynı konuya ilişkin ve tarafları başka olan iki davadan söz edilecektir. İlk davanın davacısı ve davalısı arasında şekli dava arkadaşlığı bulunmaktadır.

  • Davaya Müdahale Halinde Davayı Kabul

Davaya taraf olmayan üçüncü kimsenin davaya asli müdahil olması durumunda iki davanın söz konusu olması nedeniyle her iki dava bakımından da davanın kabulü ayrı ayrı değerlendirilirken her iki davada kabul beyanının birbirine etkisinin incelenmesi gerekmektedir. İki bağımsız davada kabule ilişkin irade beyanlarının birbirine etkisi incelenirken mahkeme tarafından bahsedilen davaları görürken ne şekilde davrandıklarına bakılması gerekir.

Asli müdahale talebini kabul eden mahkemenin asli müdahale talebiyle açılan yeni davayı ön sorun yaparak ilk olarak bu hususun değerlendirilmesi gerekir. Asli müdahalenin gerçekleşmesinin arından ilk davanın davalısının davayı kabul etmesi halinde kabul beyanıyla ilk dava sonlanır. Fakat bu kabul beyanının müdahale davasını etkilememesi nedeniyle müdahale davasına devam edilir. Çünkü asli müdahalede olan kimsenin ilk davada taraf olmaması nedeniyle ilk davada verilen hüküm kesinleşse dahil söz konusu hüküm onu etkilemez.

Asli müdahale davasının davalıları bakımından şekli mecburi dava arkadaşlığı ve ihtiyari dava arkadaşlığının etkisinin olması halinde ortak hareket etmeleri gerekmediğinden davalıların tamamı bakımından da tek hüküm verilmesi de zorunlu bir durum değildir. Bu sebeple davalıların davayı birlikte kabul etmeleri mümkün olmakla birlikte her bir davalının söz konusu davayı ayrı ayrı kabul etmesi de mümkündür. Bu halde davayı kabul eden davalı bakımından dava sonlanırken diğer davalı bakımından da davaya devam edilir. Müdahale davasında davalılar tarafınca kabulün ilk davaya etkisine bakıldığında davalıların beraber davayı kabul etmeleri halinde müdahale davası etkisi kaldır. Müdahale davasının sona ermesi ile birlikte davayı takip etmeyen diğer davalılar davaya kaldıkları yerden devam ederler.

Davanın sonucunda verilecek olan kararın üçüncü kişiyi etkilemesi halinde üçüncü kişinin davanın taraflarının birinin yanında davaya müdahil olarak katılması feri müdahaledir. Davaya müdahil şeklinde katılan kimselerin menfaati olması nedeniyle tarafın yardımcısı konumundadır. Fer’i müdahilin davaya taraf olmaması nedeniyle davaya ilişkin tasarruf yetkisinin olduğu söylenemez. Fer’i müdahil, yalnızca asıl tarafın yararına aykırı olmayan usul işlemlerini yapması mümkündür. Bu sebeple feri müdahilin davayı kabul etmesi söylenemez. Çünkü feri müdahilin davaya ilişkin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Feri müdahilin davayı kabul etmesinin yanı sıra yer aldığı tarafı koruyucu işlemlere aykırılık teşkil etmektedir. Asıl davalının davayı kabul etmesi halinde dava sona ermesi nedeniyle feri müdahil artık davaya devam etmesi söz konusu olamaz.

  • Dava Arkadaşlığı Halinde Davayı Kabul

Davacıların beraber dava açmanın ya da davalılara karşı beraber dava açılmasının zorunlu olup olmamasına göre dava arkadaşları hallerinde ihtiyari dava arkadaşlığı ve mecburi dava arkadaşlığı şeklinde ikiye ayrılmaktadır. İhtiyari dava arkadaşlığının olması halinde birlikte dava açma sahip olan kimseler davalarını beraber açabilecekleri gibi aynı zamanda da ayrı ayrı açmaları da mümkündür. Bununla birlikte davacının davalı tarafa ihtiyari dava arkadaşlığında bulunduğu durumlarda davalılardan her birine karşı ayrı ayrı açabilmesi mümkün olmakla birlikte birine bir kaçına veya tamamına karşı da dava açabilmesi mümkündür. İhtiyari dava arkadaşlığının olması halinde dava arkadaşları birlikte hareket etmeleri gerekmez. Dava arkadaşlarının yalnızca kendisine karşı etki doğuran usul işlemleri yapabilir ve yalnızca kendisi bakımından etki doğuracak usul işlemlerini yapması mümkündür

Dava arkadaşlarından bir tanesinin davayı kabul etmesi halinde diğer dava arkadaşlarının hukuki durumu bundan etkilenmez. Davayı kabul eden davalının davasının bu kabul beyanının ardından davası sonlanır. Mahkeme tarafından diğer davalıların davasını görmeye devam eder. Mecburi dava arkadaşlığı halinde davanın kabulüne bakıldığında maddi mecburi dava arkadaşlığı ve şekil mecburi dava arkadaşlığı olarak ikiye ayrılmaktadır. Maddi hukukta söz konusu hakkın birden fazla kimse tarafından kullanılması ya da birden fazla kişiye karşı kullanılması zorunlu olduğu durumlarda maddi mecburi dava arkadaşlığından söz edilir. Bu gibi davalarda dava arkadaşlığına birden fazla kimsenin beraber dava açması ya da birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılması gerekir. Maddi mecburi dava arkadaşlığının olması halinde davanın konusu olan hukuki ilişkinin birden fazla kişi arasında ortak olur ve hukuki ilişkiye ilişkin mahkemenin tüm ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar vermesi gerekir.

Maddi mecburi dava arkadaşlığında davayı kabulde davayı her birlikte kabul etmek şarttır. Dava arkadaşlarından bir tanesinin davayı kabul etmesi halinde diğer arkadaşlar rıza göstermese de hakim davayı kabul etmemiş gibi yargılamaya devam eder. Mahkemenin yargılamanın sonunda davayı kabul eden dava arkadaşlarını da içine alacak biçimde tüm dava arkadaşları bakımından tek ve aynı şekilde karar vermesi gerekir. Mahkemenin bu hükmü davayı kabul eden dava arkadaşları bakımından da bağlayıcı niteliği bulunmaktadır.

Birden fazla kimseye karşı dava açmanın maddi açıdan zorunlu olmakla birlikte gerçeğin net şekilde ortaya çıkmasını sağlamak amacıyla beraber dava açmanın zorunlu olduğu durumlarda şekli mecburi dava arkadaşlığı söz konusu olur. Şekli mecburi dava arkadaşlığı hükümleri nedeniyle ihtiyari dava arkadaşlığına yönelik ilke ve hükümler uygulama alanı bulur. Şekli mecburi dava arkadaşlarının dava konusuyla ilişkisi, maddi mecburi dava arkadaşlarındaki kadar sıkı değildir. Bu halde dava arkadaşı sayısında dava bulunmaktadır. Her bir dava arkadaşının kendi davası ile sınırlı olmak kaydıyla usul işlemleri yapılabilir ve tasarruf yetkisi kullanılabilir. Bu sebeple kendilerine karşı açılan davayı kabul edebilirler. Davayı kabul eden dava arkadaşının davasında kabul beyanıyla sona ermesi nedeniyle diğerinin davasına devam edilir. Mahkeme tarafından davayı kabul eden dava arkadaşına ilişkin herhangi bir karar verilmeyeceği gibi davayı kabul eden dava arkadaşının da diğer davalılar ile birlikte davayı takip etme zorunluluğu da ortadan kalkar.

  • Davayı Kabulün Şekli

Davayı kabulde davalının kabul iradesini cevap vererek açıklayabileceği gibi sonraki aşamalarda da açıklaması mümkündür. Davalının kabul iradesini davalı tarafından yapılan irade açıklamasında kanun tarafından geçerlilik şekil şartına tabi olmuştur. Kanun tarafından öngörülen şekil şartına uygun şekilde gerçekleştirilme ve davanın kabulü bakımından hem hukuki varlık kazanabilmesi için hem de hükümlerini doğurabilmesinin temel şartıdır. Davayı kabulde böyle bir geçerlilik şekil şartı olmasının nedeni ise davayı kendisi açısından ciddi ve ağır sonuçları doğurabilmenin işlemlere sağlıklı şekilde düşünmeye sevk etmesi ve bu konuya ilişkin karar vermesini önlemektir. Kanunda öngörülen şekli şartlara uyulmaksızın gerçekleştirilen kabul beyanlarının geçerli kabul beyanı şeklinde nitelendirilmez

Davayı kabul iki şekilde gerçekleştirilmektedir: Bunlar sözlü kabul ve yazılı kabuldür. Sözlü kabulde davalının duruşmada sözlü olarak davanın kabulüne yönelik irade beyanında bulunması mümkündür. Bu durumda davalının kabul beyanı, duruşma tutanağına yazılmaktadır. Davalının tutanağa geçirilen kabul beyanının muhakkak tam kabul olması gerekli değildir. Davalının kısmi kabulü de tutanağa yazılır. Davalının davayı kabul irade beyanı bildirildikten sonra beyanı tutanağa geçirilmesi hakimin görevidir ve re’sen gerçekleştirilir. Bu durumda tarafların talepte bulunması gerekli değildir. Celse sırasında yapılmazsa tutanak geçerli olmaz ve tutanağa geçirme işlemi bakımından hakimin gözetim ve denetimi altında zabit katibince yapılır.

Davalının kabul beyanına yönelik tutulan tutanağın taraflarca yüksek sesle okunarak imza altına alınır. Davanın kabulüne yönelik tutanağın tarafların önünde yüksek sesle okunmasının nedeni, davayı kabul beyanına ilişkin son kez düşünmeye sevk etmektedir. Tutanağa geçirilen davalının davayı kabul beyanı yüksek sesle okunmakla birlikte bu husus da tutanakla tespit ettirilir. Tutanağın taraflarca okunup imzalanmasının ardından aynı tutanağın hakim ve zabit katibi tarafından da imzalanması gereklidir. Davalının davayı kabul beyanı, davaya bana hakim ve zabıt katibi tarafından da imzalanmasının ardından geçerli hale gelir ve kendisinden beklenmekte olan hüküm ve sonuçları doğurmaktadır.

Davalının celse esnasında davayı sözlü şekilde kabul edebileceği gibi mahkemeye verilen dilekçeyle de kabul edilebilir. Bu halde yapılan kabul beyanının ayrıca tutanağa geçirilmesi gerekli değildir. Çünkü celse arasında tutanağa eklendiği belirtilen yazılı belgelerin içeriği de tutanak metni hükmü olmakla birlikte davayı kabul dilekçesi davalı ya da vekilince davayı kabul dilekçesinin tutanağa eklenebilmesi amacıyla vekilin davayı kabul yetkisinin olup olmadığının da ayrıca araştırılması gerekir.

Davalının oturum dışında davayı kabul etmesi halinde bu durumda mahkemeye verilen bir dilekçeyle dava kabul edilebilir. Bu gibi yapılan davayı kabullerde öngörülen dilekçenin altına imzanın davalı ya da vekiline ait olması gerekir ve ve dilekçenin bunlardan birine ait olduğuna ilişkin doğrulayıcı şerh de hakim tarafından verilir. Davalının davayı kabul dilekçesi başka bir mahkeme aracılığıyla gönderilmesi halinde davayı kabul dilekçesinde yer alan hakimin davayı kabul dilekçesinde imzanın davalıya ya da onun vekiline ait olup olmadığının araştırılması ve imza davalıya ya da vekiline ait olması halinde dava dilekçesinin altına şerh vererek davayı kabul dilekçesi altına şerh verilerek davayı kabul dilekçesi dava mahkemesine gönderilmesi gerekir

  • Davayı Kabulün Zamanı

Davalının davanın açıldığı andan itibaren hüküm kesinleşinceye değin davayı kabul edebilir. Fakat davalının davayı kabul edebilmesi amacıyla ortada derdeste davanın bulunması gereklidir. Davanın derdestliği herhangi şekilde ortadan kalkması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Bu durumda davanın kabul edilebilmesi için iki şekilde davanın kabul edilebilmesi mümkündür. Bunlardan ilki hükmün verilmesinden önce davanın kabulü, diğeri de hükmün verilmesinin ardından davanın kabul edilmesidir.

Davanın kabulünün gerçekleştirilmesi için açılan ve görülmekte olan derdest davanın varlığı şarttır. Davalının davanın açıldığı andan itibaren davayı kabul etmesi mümkündür. Bunun için dava dilekçesinde kendisine tebliği gerekmez. Kendisine karşı davanın açıldığını bir şekilde öğrenmesi halinde dava dilekçesi kendisine tebliğ edilmeksizin davayı kabul edebilir. Bu durumda davalının davayı en erken davanın açıldığı anda kabul etmesi mümkündür. Davanın hangi tarihte açılmış sayılacağına ise davanın mahkeme esas defterine kaydedildiği tarihte açılmış sayılır. Bu an itibariyle ortada derdest dava bulunmaktadır ve davalının bu andan itibaren davayı kabul etmesi söz konusu olacaktır.

Davanın kabul dilekçesini alan mahkeme tarafından ivedilikle bir tutanak aracılığıyla bu hususun tespit edilmesi, davanın kabul dilekçesinin altındaki imzanın davalıya ya da onun vekiline ait olduğunu tespit etmesi halinde tespit tutanağı da zabıt katibiyle birlikte imzalanarak dosya üzerindeki davanın davayı kabul nedeniyle sona erdiğinin tespiti gereklidir. Hükmün verilmesinden sonra davanın kabul edilmesi, hükmün kesinleşmesinden önce davayı kabulün yapılması ve hükmün kesinleşmesinden sonra davayı kabulün ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Davanın açılmasıyla birlikte hüküm kesinleşinceye değin davalı davayı kabul edebilir. Fakat bu sırada yapılan davayı kabulün bazı özellikleri vardır. Özellikle de mahkemenin verdiği hükme karşı temyiz yoluna itiraz yoluna başvurulmadığı durumlarda hükmün verilmesiyle kesinleşmesi arasında geçen aşamada davayı kabulün yapılıp yapılmayacağı hususunda tereddütler bulunmaktadır.

Hükme karşı kanun yoluna başvurulmasının ardından dava dosyası temyiz edilmeden önce davalının davayı kabul etmesi halinde davanın son bulduğuna ilişkin kararın kim tarafından verileceğine ilişkin görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Dava dosyasının temyiz edildikten sonra davalının davayı kabul etmesi halinde bu durumun tespiti halinde Yargıtay tarafından karar verilir. Davalının hüküm bozulmasının ardından ve yerel mahkeme tarafından direnme kararı verilmeden önce davayı kabul etmesi mümkündür. Bu durumda mahkemenin direnme kararı vermesi söz konusu olamaz. Davanın, davayı kabul nedeniyle sona erdiğini tespit eder.

Davalının mahkeme direnme kararını vermesinin ardından da davayı kabul etmesi mümkündür. Mahkeme direnme kararını vermesi ile birlikte dosya temyiz edilmeksizin davanın kabul nedeniyle sona erdiği tespit edilir. Davalının karar düzeltme aşamasında da davayı kabul etmesi mümkündür. Davalının, taraflardan birinin henüz karar düzeltme yoluna başvurmadan önce ve karar düzeltme süresi içinde kabul etmesi halinde bu halde davanın sona erdiğini tespit etme yetkisi bu durumda Yargıtay’da değil, hükmü veren ilk derece mahkemesine ait olur. Taraflardan biri için karar düzeltme kanun yoluna başvurma süresi geçse de davanın diğer tarafı için sürenin geçmesi halinde davalının davayı yine de kabul etmesi mümkündür

Davalının karar düzeltme yoluna başvurması ile birlikte davayı kabul etmesi mümkündür. Bu aşamada ise yapılacak olan davayı kabul etme halinde davanın kabul nedeniyle sona erdiğini tespit etme yetkisinin kimde olduğunu belirlemek amacıyla dosyanın Yargıtay’a gönderilip gönderilmediğine bakılması gerekir. Dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi halinde davanın kabul nedeniyle sona erdiği tespit etme yetkisi, usul ekonomisi uyarınca hükmü veren mahkemeye ait olması gerekmektedir.

 

SONUÇ

Davanın sonlanmasına sebebiyet veren hallerden biri de davayı kabuldür. Davayı kabul, davacının talep sonucunu mahkemeye yönelik tek taraflı olması halinde irade beyanıyla kabul etmesi söz konusu olur. Davalının, davacının talep sonucunu tamamiyle kabul etmesi mümkün olabileceği gibi kısmen kabul etmesi de mümkündür. Davalının davacının talep sonucunu tamamiyle kabul etmesi halinde dava tamamen, kısmen kabulün gerçekleşmesi halinde ise kısmen sona erer ve kabul edilmeyen kısım için dava devam eder.

 Davayı kabulde olması gerekli diğer unsur da davanın konusu üzerinde tarafların tasarruf yetkisinin olması gerektiğidir. Taraflar üzerinde tarafların tasarruf yetkisinin olması gerekir. Tarafların üzerinde tasarruf yetkisinin olmadığı davalarda, davalının kabulü hakimi bağlamayacağı gibi kabul beyanı da davayı sonlandırmaz. Örneğin, boşanma davalarında iflas davalarında davalının kabul beyanı hakimi bağlamaz ve davaların kabulüyle dava sonlanmaz.

Davayı kabulün hukuki niteliğine bakıldığında ise maddi hukuk işlemi olduğunu savunan bir görüş bulunmaktadır. Bu sebeple de geçerliliği bakımından maddi hukuk hükümlerince uygun şekilde yapılması gerekir. Hüküm ve sonuçları bakımından da etkilerini bu alanda doğurur. Hüküm sonuçları da maddi hukuk üzerinde etkisini gösterir. Bu görüş uyarınca davanın kabulünde muhakkak mahkeme huzurunda gerçekleştirilmesi, davayı kabulün yapılmasında belirli aşamalarda hakimin katılması yönünden eleştirilmiştir.

KAYNAKÇA 

Alangoya, H. Yavuz / Yıldırım, M. Kamil / Eren–Yıldırım, Nevhis: Medeni Usul Hukuku Esasları, Genişletilmiş Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, İstanbul 2009.

Akyolaslan, Leyla; Medeni Usul Hukukunda Davdan Feragat, Ankara, 2011

Arslan, Ramazan / Yılmaz, Ejder / Taşpınar-Ayvaz, Sema: Medeni Usul Hukuku, 1. Baskı, Ankara 2016.

Ermenek, İbrahim: Medeni Usul Hukukunda Davayı Kabul,: Adalet Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2009.

Karslı, Abdürrahim: Medeni Muhakeme Hukuku Ders Kitabı, İstanbul, 2011.

Karslı, Abdurrahim: Medeni Muhakeme Hukuku, 4. Baskı, İstanbul 2014.

Karaaslan, Varol: Medeni Usul Hukukunda Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2013.

Kılıçoğlu, Ahmet M: Medeni Hukuk Temel Bilgiler, 5. Bası, Ankara, Turhan Kitabevi, 2015.

Kuru, Baki: Medeni Usul Hukuku, İstanbul, 2015,

Pekcanıtez, Hakan / Atalay, Oğuz / Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, 14. Baskı, Ankara, 2013.

Tanrıver, Süha: Medeni Usul Hukuku, C: I, 1. Baskı, Ankara, 2016.

Türkmen, Ali; Özel Hukuk Muhakeme Usûlü, Ankara 2015.

Yılmaz, Ejder: Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Islah Konusunda (HMK m. 176-182) Getirdiği Yenilikler, Bankacılar Dergisi 2013, Özel Sayı, s. 72-81.